Şamanizm Makaleler 2
Şamanizm'de Dağ Kültü
Şamanist kozmoloji, doğayla bütünleşmiş bir dünya görüşü sunar. Bu sistemde dağlar, yalnızca fiziksel coğrafyanın yükseltileri değil, aynı zamanda ruhsal evrenin eksenleri olarak kabul edilir. Dağ, yer ile göğü birleştiren, şamanın ruhsal seyahatinde rehberlik eden, tanrısal olanla insanı birleştiren kutsal bir merkezdir. Dağ kültü, Şamanizm’in en temel yapılarından biri olan dikey kozmik düzlemde, hem sembolik hem de ritüel işlevleriyle merkezi bir konumda yer alır.
Orta Asya bozkırlarından Altay Dağları’na kadar uzanan geniş coğrafyada dağlar, evrenin ekseni sayılan "axis mundi" anlayışının somut karşılığıdır. Altay mitolojisinde tanrıların yaşadığı yer olarak görülen Altay Dağları, şamanların kutsal yolculuklarında çıkmayı arzuladıkları manevi zirvelerdir. Dağ, bu bağlamda bir geçiş alanıdır: dünya ile gökyüzü, insan ile ruhlar âlemi arasında bir köprü.
Şamanın trans halindeki yolculuğunda dağ, çoğu zaman fiziksel olarak çıkılan bir yer değil, ruhsal olarak aşılan bir engel ya da ulaşılan bir hedef olarak karşımıza çıkar. Şamanın üst dünyaya çıkışı, ritüel boyunca çaldığı davulun sesinin eşlik ettiği hayali bir tırmanıştır. Bu tırmanış sırasında her katmanda farklı ruhsal varlıklarla karşılaşılır. Her basamak, şamanın kozmik bilgiye bir adım daha yaklaşması anlamına gelir. Bu yapı, evrenin dikey olarak katmanlara ayrıldığı anlayışıyla doğrudan ilişkilidir.
Sibirya, Moğolistan ve Türk halk inançlarında dağlar yalnızca doğa varlıkları değil, aynı zamanda birer ruh taşıyıcısıdır. Her büyük dağın bir koruyucu ruhu olduğuna inanılır. Bu ruh, çoğu zaman erkek formunda tasavvur edilir ve "dağ iyesi" ya da "dağ ruhu" olarak adlandırılır. Bu ruhlar, insanlar tarafından saygı görmediği takdirde doğa felaketleri, hastalıklar ya da ruhsal dengesizlikler yaratabilir. Dağın zirvesi, bu ruhla temas kurulan, kurbanların sunulduğu ve dileklerin bırakıldığı yerdir. Bu nedenle birçok Türk halkı, dağların zirvelerine bez bağlama, taş yığını (oba) oluşturma ya da dua etme gibi uygulamaları ritüelleştirmiştir.
Anadolu’daki inanç sistemleri incelendiğinde, Orta Asya’daki dağ kültünün halk İslamı ve yerel pratiklerle senkretik biçimde varlığını sürdürdüğü görülür. Özellikle Alevi-Bektaşi geleneğinde dağlar, ermişlerin mekânı, Allah’a yakınlık yeri ve hakikate ulaşma sembolü olarak yorumlanır. Bu bağlamda dağ, hem tefekkür hem de inziva yeri olarak kutsanır. "Derviş dağa çekildi", "dağ gibi yüce olmak", "ulu dağın ardı" gibi ifadeler, bu kültün dildeki yansımalarıdır.
Şamanik ritüellerde dağ, çoğu zaman davul üzerinde sembolik olarak da temsil edilir. Altay, Tuva ve Yakut davullarında sıkça görülen üçlü dünya düzeni, merkezde yükselen bir “kozmik dağ” simgesiyle ifade edilir. Şamanın bu davul üzerindeki sembolik tırmanışı, fiziksel bir mekânda değil, ruhsal bir düzlemde gerçekleşir. Bu ritüel, dağın yalnızca bir mekân değil, aynı zamanda bir deneyim, bir içsel dönüşüm ve bir bilgeliğe erişim aracı olduğunu gösterir.
Dağ kültü, aynı zamanda atalara bağlılığın ve topluluk belleğinin de mekânsal ifadesidir. Birçok halk için belirli dağlar, ataların yaşadığı, kutsal varlıkların göründüğü ya da önemli tarihsel olayların geçtiği yerlerdir. Bu nedenle dağlar, zamanla mitolojik birer anlatı alanına dönüşür. Şamanın bu kutsal geçmişle temas kurması, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir anlam da taşır.
Sonuç olarak Şamanizm'de dağ, evrenin merkezini temsil eden kozmik bir eksen olmasının yanı sıra, şamanın ruhsal yükselişinin metaforu, kutsal ruhlarla buluşma mekânı ve toplumsal hafızanın taşıyıcısıdır. Dağ kültü, yalnızca geçmişte kalan bir inanç biçimi değil, doğaya saygının, içsel arınmanın ve evrenle uyum içinde yaşamanın zamansız bir ifadesidir. Bu yönüyle dağ, Şamanizm’in hem en eski hem de en derin sembollerinden biri olarak varlığını sürdürmektedir.